"Bütün iş, sevmesini ne kadar biliyorum, ne kadar bilmiyorum."

_

31 Ağustos 2007 Cuma

İlk Sponsor

Mehmene Projesi' nin ilk sponsoru kayıtlara geçsin efendim. :)

Dün annemin kuzeni Dinçer Amca gelmiş Ankara' dan. Annemle bir işler konuştular ettiler, sonra annem için beklenen an geldi ve odamın kapısını çaldı " Mehmene' den bir iki parça dinletebilir miyim Dinçer Amcana? "

Annem çok fena reklam yapıyor. Msn' de kişisel iletisine blogun adresini yazmış, gelen gelene. Yahu diyorum kim bu insanlar Rusya' dan, Amerika' dan, İtalya' dan sayfaya girenler; üstelik öyle arama motorunda arayıp da değil, doğrudan adres yazarak. Annemin tayfası işte hepsi.

Neyse. Dinçer Amca dinlemiş bir iki parça, sonra geldi bana dedi ki, Burçak, bunun hazırlanma aşamasını kaydetmelisin sen. E Dinçer Amca edeyim, benim de başından beri aklımda ama kameram yok, heyhat. Yoksa istemez miyim bir de belgeselini hazırlayalım üçerli beşerli klipler çekelim. E al kızım bir kamera kaç paradır ki dedi, çok para benim için, öğrenciyiz neticede dedim. :)

Öyle olunca "Tamam yahu, ben alıyorum sana kamera!" diye coştu sayın Dinçer Atila, ve böylece Mehmene Projesi' ne yatırım yapan ilk girişimci ünvanını da kazanmış oldu. :))

Teşekkür ediyorum kendisine.

28 Ağustos 2007 Salı

Geçmiş Zaman Olur ki...

İlk izlediğim Ferhad ile Şirin. Unutmak ne mümkün. :) Sibirya soğukları, salonu dolduran seyircilere bakıp " Hadi ben sana uydum da geldim, bu insanlar niye gelmiş? " diye soran ablam, oyun başlar başlamaz insanı içine alan reji, miyop gözlerimin 13. sıradan herşeyi ayrıntısıyla seçememesine rağmen, yavaş yavaş ama geri dönüşü olmayan bir şekilde Sevil Akı Mehmenesi' ne bağlanış!!!







24 Ağustos 2007 Cuma

Dinleyin

Bach' ı dinleyin. Itri' yi dinleyin. Onlarınki gibi yüzyıllara ve yüz milyonlarca insana ulaşmış, onlara mal olmuş müzikler yazamadığımı biliyorum. Belki asla da yazamayacağım. Yazdığım müzik dünyayı kurtarmayacak. Baştan kaybedilmiş bir savaş bu, aslında hiç girişilmemiş.

Önemli olan, evet, en önemli olan, bir kişiyi ve bir anı kurtarabilmek.

"Zalim, beni söyletme, derunumda neler var." diyen şarkı, bir kişinin ruhundaki gizli bir yarayı sağaltabilirse amacımıza ulaşmış sayılırız.
Arzen Sultanı' nın fedakârlığını kutsamak için yazdığım müzik, bir başka kadının kıymeti bilinmemiş bir fedakârlığının hakkını verebilirse ne ala.
Aşk ın "Fer", yani "ışık" olduğuna ikna edebilirsem birilerini, bu başarıdır; ve Şehvet in kaçınılması gereken bir günah değil, gençliğin, tazeliğin, bereketin ve üretkenliğin zevkli olduğu kadar kutsal bir ayini olduğu fikrini verebilirsem birilerine, içim rahat eder.

Bir an ve bir kişi. Sonra bir an ve bir kişi daha. Nasıl ki ben, Ferhad ile Şirin' i izlemiş bir kişiydim. Sonra başka kişileri mutlu etmek üzere yola çıktım. Öyle işte.

23 Ağustos 2007 Perşembe


Yanda Sophia Loren Nağme' yi görüyorsunuz. Bu fotoğraftan anlaşılacağı gibi bugün kemençe kayıtlarına başladık. Saat 16:05 itibarıyla Şirin' i hallettik, sırada Heyhât var.
Aslında gönül istemekteydi ki, bazı kayıtları hücum alalım, toplansın müzisyen arkadaşlar kaydedelim ama yahu biri Bakü' de biri Bodrum' a gidesiymiş, öbürü Barışarock' a gidecekmiş dee ben de dedim sizi kanal kayıt paklar kardeşim. Gelin ayrı ayrı. Alalım kaydınızı maydınızı. Mis. Zaten kalabalık ağırlamak zor. Böyle tek kişi iyi. Bakın Nağme' ye. Suyla çalışıyo. Su veriyosun yaşıyo öyle. Yemek filan istemiyo hiç. Bi de kahve.
Neyse bugün böyle ciddiyetimden biraz ödün vermiş oldum iyi oldu. Hadi görüşürüz.

21 Ağustos 2007 Salı

Mesele

Mesele müzik yazmak değil. Ezgi üretmek değil. Ezgi dediğiniz, yan yana dizilmiş sesler ve ritmik kalıplardır neticede. En temel bir melodi ile karmaşık birşey arasında, özde fark yoktur.


Mesele, üretilen ses ve tartım bütününün nerde kullanıldığı ve nasıl sunulduğu. Onu kullanmayı, aslında " akıl etmiş " olmak. Önemli olan, Bestenigar Makamı' nda bir müzik yazmaktan çok, " Ben Mehmene' nin şehvetini ve Ferhad' a duyduğu arzuyu, Bestenigar Makamı' yla anlatacağım. " demek.

Yoksa, üretilen ezgi üzerinde, bu iyi mi, kötü mü diye düşünmek, bir süre sonra insanı yoruyor. Bir yere de çıkmaz o yol zaten.

18 Ağustos 2007 Cumartesi

Soru - Cevap


Bu projeden bahsettiğim insanların sorduğu bazı "Sık Sorulan Sorular" var. Hepsine topyekun cevap vermek için bu blogdan daha iyi bir yer düşünemiyorum. :) Buyrun burdan başlayın:

Mehmene ne demek?

Mehmene, tam adıyla Mehmene Banu, bir hikaye kahramanıdır. Günümüzde Türkiye' de bilindiği şekliyle, Ferhad ile Şirin efsanesinde, Şirin' in ablası ve hükümdardır. Aşıkların kavuşmasını engellemiş, Şirin' i vermek için Ferhad' ın Demirdağ' ı delmesini şart koşmuştur.

Nazım Hikmet bu karakter için yeni bir hikaye yazmıştır. Onun versiyonunda Mehmene Banu, kardeşinin hayatını kurtarmak için eşsiz güzelliğini feda etmiş, sonra da kardeşinin sevgilisi Ferhad' a aşık olmuştur.

Kelime anlamı için bkz: Mehmene' nin Adı.

Ne şimdi bu? Oyun müziği mi?

Hayır, bu bir oyun müziği değil. Bu, bir oyundaki bir karakter üzerine yazılmış bir müzik, ama yaratım aşamasında oyunu ve karakteri kendi penceremden yorumlamadığımı, Şehir Tiyatroları' nda izlediğim yorumu esas aldığımı belirtmeliyim. Yani bu, artık suyunun suyu dediklerinden. Nizami Gencevi bir hikaye yazıyor, hikaye evrile çevrile zamanımıza geliyor, Nazım Hikmet kendine göre yorumluyor, sonra Şehir Tiyatroları' nda ayrıca yorumlanıyor, ben de o yorumu yorumluyorum. Oldu mu? Bence oldu.

Kimden geldi sana bu teklif? / Kim istedi bunu?

Ben istedim. Bu çalışmayı kendi keyfim için, yaratma ihtiyacı hissettiğim için yapıyorum.

Bitince ne olacak?

Bilmiyorum. Farklı seçenekler var. Birincisi ve başlangıçta düşündüğüm seçenek, bittiği zaman yeterince CD doldurup, albümle uzaktan yakından ilgisi olmuş kişilere, eşe dosta birer nüsha hatıra veririz, yaptığımız güzel bir iş olarak arşivimizde kalır. Yarın öbür gün koleksiyon parçası olur, heheh.

Ayrıca, bütün müzikler olmasa da bazıları, canlı icra repertuarımıza eklenir, konser parçası olur.

Bir diğer ihtimal de bir yapımcının ilgisini çekmesi tabii ki. Belli olmaz.









16 Ağustos 2007 Perşembe

Şirin' in Çellosu



Güzel geçen bir günün güzel geçen akşamındayız. Geçenlerde nihayet Şirin' in şarkısının çello partisini yazıp Burçak' a yollamıştım. Bugün de bize geldi çalışmaya. Şirin' de çello solosu olduğu için özellikle önemliydi, ona verdiğim notaya da nüans filan yazmamıştım, beraber çalışıp yorumlayalım diye.

Öyle de yaptık. Bu Burçak' la Mehmene için ilk çalışmamız. Çok verimli ve keyif verici bir çalışma oldu. Şartlar gereği genelde bilgisayarla çalışmak zorunda kaldığım için, canlı icranın tadını unutmuşum neredeyse. Oysa vazgeçilmesi öylesine düşünülemeyecek birşey ki canlı müzik yapmak, canlı kayıt almak.

Besteleme aşaması bitti dediğimden beri öyle güzel bir rahatlık, çalışma şevki ve heyecan geldi ki üstüme. Galiba işin en keyifli kısmı bundan sonra başlıyor. Bu arada, partisyonları yazarken fark ettim ki bu albümle beraber bayağı bir canlı icra repertuarı da edinmiş oluyoruz. Pekala bir konser programı olarak düzenlenebilir yarın öbür gün.

Yarın Şirin' in çello kaydını tamamlayacağız bir aksilik olmazsa.

14 Ağustos 2007 Salı

Öylesine

Çalışma anı. Ekranımdan bir görüntü. Öylesine paylaşayım dedim.




13 Ağustos 2007 Pazartesi

Çeşitli Ruh Halleri

Dün gece, bütün müzikleri sırasıyla koydum Windows Media Player' a. Şimdilik toplamda 45 dakika süren, 12 müzik. Dinliyorum gayet güzel. O da ne! Birden bi tuhaf hallere büründüm. Bu ne ki şimdi, diyorum. Ne biçim müzik bu. Kimin ne işine yarayacak? Ya da bunu farklı kılan ne diğer milyarlarca müzikten? Amanın, bir anda herşey bana bir boş gelsin, bir boş gelsin, bu kadar mı olur.

Yok hayır, hevesimin, isteğimin gitmesi gibi birşey değil. İnsan böyle uzun zaman, bir işin bu kadar içinde olunca bir hedef sapması olabiliyor. Ben bunu niye yapıyordum, başlarken amacım neydi, neye ulaşmaya çalışıyorum gibi soruların cevabı unutulabiliyor. Dün bana da öyle oldu. Bir de bazen müzik yorgunluğu oluyor, insana dinlediği en güzel müzik bile birşey ifade etmiyor. Hele kendi yazdığı, ooo, dünyanın en rezil işi gibi geliyor. Bana da dün gece öyle oldu. Burçak' a söyledim. Kız ürktü yazık.

Neyse, bugün geçti gibi. Amacımı, hedefimi tekrar hatırladım. Neydi yahu? Ya, aslında tabii ki güzel birşey yaratma arzusu, yani yaratıcıyım diyen insanın doğal içgüdüsü. Ama aslında mesele daha çok bir şükran ifadesi. O da bambaşka bir yazı konusu.

Fena değil fena değil. Bazı bazı beğeniyorum yaptığım işi.

9 Ağustos 2007 Perşembe

Kasım' dan Bu Yana

15 Kasım 2006:

"Birkaç gündür yeni bir eğlence buldum kendime. Ferhad ile Şirin' in kayıtlarından parçalar kesiyorum. Müzik yazıp aralarına monte ediyorum. Aslında elimde oyunun tamamı olsa neler yaparım. Gerçi düşünmüyor da değilim. Oyunun kaydına bir şekilde ulaşsam. Tamamını gözden geçirip yeni müzikler yazsam. Bir albüm olsa bu, adı da 'Mehmene.'..."

Geçen sene Kasım ayının ortasında günlüğüme düşmüşüm bu notu. Şimdi çıkarıp burada paylaşmak istememin sebebi ise, bütün bestelerin tamamlanmış olması, yani önemli bir devreyi kapatmış olmamız. Gerçi ben, tamam oldu deyip bırakabilen biri sayılmam pek, muhtemelen düzenleme-kayıt aşamasında daha pek çok şey değişecek. Ama yine de zor bir yolu geride bırakmanın rahatlığı var içimde.

Bazen projeden uzaklaştığım oldu. Üretemediğim, mecburen ya da isteyerek başka şeylere yöneldiğim. Ama sonra, tekrar Mehmene' ye döndüğüm zaman duyduğum heyecandan, hayranlıktan, karakterin ve Sevil Akı' nın yorumunun bende bıraktığı izlerden hiçbir şey kaybetmediğimi gördüm her seferinde.

Şöyle bir geriye gidersek, Mehmene aşkım ortaokul yıllarında başlamış. Muhtemelen on iki yaşındayken. Tanıştığım ilk Mehmene, Ümit Denizer' in yazdığı Ferhat ile Şirin' deki Mehmene Banu' ydu, ki bu oyunda Mehmene Banu bir karakter bile değil, bir kötü kraliçe tipiydi diyebiliriz. Buna rağmen bu karakter bana öylesine cazip gelmiş ki, bütün repliklerini çizmişim fosforlu kalemle.

Nasıl cazip olmasın? Genç, çok genç bir yaşta tahta oturan, bir halkı yönetmenin sorumluluğunu üstlenen genç ve toy bir kızdı karşımdaki. Gençliğini, hayatını istediği gibi yaşama hakkı daha baştan yitirilmişti. Ve bu kızın sultan haliyle bir nakkaşa aşık olması bile acı bir hikaye yaratmaya yetiyordu, bir de nakkaş, sultanın kardeşine aşık oluyordu üstelik... Ortaokul ve lise yıllarım boyunca dönüp dönüp bu karakterle ilgilendim. Hatta lisedeyken, Ferhad ile Şirin hikayesini Mehmene Banu' nun ağzından yazdım.

Güzelliğini feda etme olgusunu hikayeye ekleyen Nazım Hikmet' tir. Bunu eklerken kimlerin kalbini nasıl üzeceğini düşündü mü bilmiyorum, ama bu yorumla beraber Mehmene Banu' un trajedisi üçe katlanmış oluyor. Ben bu hikayeyi, sahnede izleyene kadar duymamıştım. Hoş, beni Mehmene' yle ilgili birşey üretmeye iten, sonradan eklenmiş bu ayrıntıdan çok, oyunun yorumlanışı oldu.

İnanılmaz çekingenliğim sebebiyle oyunun kaydını ancak nisan ayında alabildim. Tam anlamıyla çalışmaya nisan ayında başladım diyebilirim. Aşağı yukarı dört ay oldu desek, bir albümün besteleme aşamasını bitirmek için iyi bir zaman bence.

Daha yapılacak pek çok iş var. Arkadaşlarımı bilmem, ama ben hepsini yapmaya hazırım. Mehmene heyecanı beni terk etmediği sürece!

6 Ağustos 2007 Pazartesi

Mâh' tan Ferhad' a

Ferhad, fer, hâd, hâdd-i ferim
Ey benim... ey benim.
Sevgilim.

Bak bana, benden öte
bir kadın yüzü gördün mü?
Bu güzellikte.
Bak bana, benden öte
bir kadın kalbi gördün mü
Böylesi kan revan
Böylesi sevmekte.

Işığım, gördüğün
suretimdir benim, onun Şirin yüzünde
Ferhad, hadd- i ferim
Ey benim sevgilim.

Tuttuğun o beyaz güvercin bilekleri
benimdir.
O ılık soluk benden, o benim güzelliğim!
Ey benim
kara kaderim
Çevremdeki herşey sen
Gördüğün herşey benim.

2 Ağustos 2007 Perşembe

Mehmene Banu' nun Adı


Neden Mehmene Banu' ya " Ay Kız " " Ay Güzeli " gibi isimler veriyorum? Bu benim, yüzde yüz kesinliği olmayan, ama yine de kendimce doğruluğuna inanıp benimsediğim bir araştırmanın sonucu. İşin başında, Mehmene kelimesinin anlamı üzerine epey bir araştırma yaptım. Banu' nun anlamı malum. Gelin, kadın, hanım, sultan vb. anlamları var, yani aslında "Banu" bu kızın adı değil, sıfatı. Hurrem Sultan demek gibi birşey, Mehmene Banu demek.

Peki ya Mehmene? Ferhat ile Şirin, yahut Hüsrev ile Şirin hikayelerinin bazı versiyonlarında adı Mehin diye geçmekte. Sonuçta bizi bir sonuca ulaştırabilecek temel nokta, kelimenin "Meh" kökü, diğer bir deyişle "Mâh." Mâh kelimesinin de "Ay" anlamına geldiğini düşündüğümüz zaman, Mehmene ismi hakkında bir fikre ulaşmış oluyoruz. Tahminimce Mehmene, " Ay Gibi, Ay Benzeri " anlamını taşıyor.

İşte Mehmene' ye bazı bazı " Ay Kız ", " Ay Güzeli " deyişimin, albümün dokuzuncu parçasının " Ay Kız' ın Ninnisi " adını taşımasının sebebi budur.

"Asya, Mezopotamya ve Anadolu' da Ay İmgesi " de apayrı bir makale konusu... :)

Mehmene' nin Güzelliğine Ağıt

" Dadı... Ben hala beğenilebilir miyim? Beni seven, bana sevdalanan olur mu, demiyorum. Ben hala beğenilebilir miyim? "



İkinci perdede, Mehmene Banu bu sözleri söylediğinde, Ferhad ile Şirin saraydan kaçmış, onları yakalamak üzere peşlerine dört yüz atlı salınmış, sarayda onları beklemekte olan Ay Kız kendisiyle ilk ciddi hesaplaşmasını yapmıştır.

"Bileklerim beyaz güvercin yavruları gibi hala... Onları tutabilir, esmer iri ellerinle onları okşayabilir, kırabilirdin Ferhad... "

Nazım Hikmet' in şiirlerinde, mektuplarında ve diğer düz yazılarında da rastladığımız değişmez bir uslup var. Çok sade, çok etkili, her bir duyguyu en insancıl, en olağan, en masum gösteren bir tarz. Mehmene' ye de yazdığı öyle replikler var ki, benim de müziklerimin arasında kullandığım, bütün bir müziğin etkisi o tek cümlede toplanıyor sanki.

Örneğin Öndeyiş' in son cümlesi şudur:

" Bütün iş, sevmesini ne kadar biliyorum, ne kadar bilmiyorum... "

Yine ikinci perdede, Ferhad' la yüz yüze gelmeden önce Şirin' e söylediği bu sözler, aslında bütün bir hikayesini özetleyebilir Mehmene Banu' nun.

Neyse... Biz ilk repliğimize dönelim. Ben hala beğenilebilir miyim?

Albümün onuncu müziği, "Mehmene' nin Güzelliğine Ağıt" ta kullanıyorum bu repliği. Bu kadar sade bir sorunun, bu kadar etkileyici olması bazen inanılmaz geliyor. Yüzünün çirkinleşmesiyle beraber maskeler arkasına hapsedilen, aslında son derece akıllı ve mantıklı biri olarak beğenilmeyi tamamen gözden çıkarmış bir kadının, ne kadını, yirmi yaşında bir genç kızın sorduğu bu soru, bana sorarsanız fazlasıyla kalp kırıcı.

En küçüğünden bir ümit, Ferhad için mi? Hayır, kendi olabilmek için, eskisi gibi kendi olabilmek için!

Albümün üçüncü parçası Mehmene' nin Güzelliğine Gazel. Burada Ay Güzeli adıyla, blogun ilk zamanlarında yazmıştım. Güzelliğine Ağıt da, aynı tema, aynı melodi üzerinden giden bir müzik. Güzelliğini anlatan ezgiyi, bir kere daha, varyasyonlarıyla, çirkinliğini anlatmak için kullanıyorum.

Şu sıralar uğraşım bu. Kendi yazdığıma kendim üzülüyorum. Fenalara geldim hadi bakalım.