"Bütün iş, sevmesini ne kadar biliyorum, ne kadar bilmiyorum."

_

30 Kasım 2007 Cuma

Ih-la-muur

Aralık ayına geldik.

İki ay sonra, oyunu ilk izleyişimin üzerinden iki sene geçmiş olacak. İlk müziğini ( Heyhât ) besteleyeli iki sene. Ay Kız' ın Ninnisi' ni yazıp, oyundan parçalar koyma fikrini akıl edeli bir buçuk sene. Bunu bir albüm haline getirme fikrini edineli de bir seneyi geçti.

Heyhât' ta bir müzik motifi var küçücük. O motifi, Kadıköy' de vapur iskelesinde ıhlamur satan yaşlı adamdan esinlenmiştim. Kendine has, ezgili bir "Ih-lamuuuur" deyişi vardı. Ihlamur deyişinin notalarını çıkarmış, o motiften bir intro yapmıştım. O introyu albümde kullanmadık, ama ıh-la-muur motifi aynen duruyor. İskelede ıhlamur satan yaşlı adamla Arzen Hükümdarı Mehmene Banu da böyle bir araya gelir işte. :))

Ihlamur teması, o dönemki pek çok müziğim gibi yarım kalmış bir müzikti. Tamamlayamıyordum da işin kötüsü. Neden? Bilmem! Bilsem çözerdim. Sinir bozucu, üretimsiz zamanlardı. Daha önce de yazmış olmalıyım, beni bu dönemden çıkaranın Mehmene olduğunu. İşte, oyunu izleyip bir iki gün sürekli ağlama halinde dolaştıktan sonra, okula gittim, piyanoyu kurcalamaya başladım ve bir de baktım ki devamını getirebiliyorum, müzik yazabiliyorum. Parça böylece, Mehmene sayesinde tamamlandı. Albüm fikri oluştuğunda da bu parçayı Mehmene' ye hediye etmek boynumun borcu oldu.

Hayatıma kattıkları üzerine daha söyleyebileceğim pek çok şey var. Fakat kelimelere dökmek çok zor. Değer verdiğim şeylere, iyi kurulmamış cümlelerle haksızlık edeceğimden korkuyorum, o yüzden anlatamıyorum. Belki de o yüzden müzik yazıyorum.

12 Kasım 2007 Pazartesi

Mehmene, Züleyha, Huzur

"Duyun beni, geçmiş ve gelecek zamanların bütün hikaye kahramanı kadınları

ve hikaye kahramanı olmayan kadınları.

Bir ben gibisi olmayacak aranızda,

hiçbirinize benzemediğim kadar benzemeyeceksiniz hiçbiriniz bana.

Hepiniz düz yollarda, sakin ve güvenli bir yaşamın kollarındasınız,

bense derin ve karanlık bir kuyunun başındayım.

Fethedilen değil fethe kalkışan olarak kalacak geçmiş ve gelecek zamanlara adım.

Acım acınızdan,

gücüm gücünüzden çünkü çok daha fazla.

aşk benim hakkım.

aşkın, hakkımız olmayanı istemek anlamına geldiğini bildiğimden bu hak ediş

çünkü bu aşk benim yazgım. "



... diyor, Züleyha' nın dilinden Nazan Bekiroğlu, Yusuf ile Züleyha adlı şahane kitabında.

Mehmene' ye çalışırken, Mehmene' nin kendisinden başka bir yerde ilham aramama hemen hemen hiç gerek olmadı. Yalnız Şehvet' i yazarken, bir parça Salome' nin Yedi Tül Dansı' nı inceledim, Carlos Saura' nın filmindeki müzikleri dinledim. Şehvet ve tutku dediniz mi Salome' den ötesi yoktur malumunuz, onun Yahya' ya duyduğu hastalıklı aşkın yanında, Mehmene Banu bir nevi evliya gibidir hatta.

İşte bana sorarsanız, aşk skalasının bir ucunda Salome yer alıyorsa, diğer ucunda Züleyha bulunmaktadır. Züleyha' nın kölesi Yusuf' a duyduğu, toplum tarafından kabul edilmeyen aşkı, onun ruhsal arınma yolculuğunun başlangıcı olacak, onu çileli yollardan geçirerek unutulmaz bir hikayenin arınmış, aydınlanmış kahramanı haline getirecektir.

Benim için esas soru şu: Mehmene arınabildi mi?

Ferhad' a duyduğu imkansız aşk, içinde bulunduğu çaresizlik ve yaşadığı acı, onu bir yolun yolcusu yapabildi mi?

Eğer yapabildiyse, bu beni çok rahatlatır doğrusu.

Aslına bakarsanız, Mehmene Banu, bu oyundaki yegane "sorgulayan" karakterdir. ( Mehmene' nin uzantısı olarak kabul ettiğim Vezir de öyle ) Ferhad, Şirin, Dadı ve diğerleri, başlarına geleni asla sorgulamaz, sadece yaşarlar. Ferhad ile Şirin birbirlerine aşık olurlar, sorgulamazlar. Kaçarlar, yakalanırlar, sorgulamazlar. Ferhad, Şirin' e kavuşabilmek için dağı delmeye yollanır, sebebini hiç sormaz. Şirin onu beklemeye mahkum edilir, isyan etmez, sorgulamaz. Sadece son Demirdağ sahnesinde, fedakarlık ve hak üzerine yaptıkları bir konuşmayla, yine Mehmene Banu' ya ve onun şahsındaki "otorite" ye yönelik bir iki soruları olur, fakat kendilerine dönük bir irdeleme yine yoktur.

Ferhad ile Şirin, kendi kendilerini sorgulamaya asla gerek duymayacak kadar kendinden emin şanslılardır.

Buna karşılık, oyunun ikinci perdesinin yarısından fazla bir süresi boyunca, Mehmene Banu' nun kendiyle yüzleşmesini, duygularını irdelemesini, sürekli sorular sorup cevaplar aramasını izleriz.

Şirin' e güzelliğimi feda ettim diye pişman mıyım?

Dadı, oğlunun isteğiyle bana ihanet ettiği için pişman mı? Ben pişman olmalı mıyım?

Dadı birine, Şirin' in Ferhad' a aşık olduğu gibi aşık olsa, onun uğruna oğlunu bırakır mıydı? Şirin, Ferhad' la peşinden gittiği için haklı mı? ( Mehmene, aslında Şirin' in haklı olduğunu düşünmektedir. )

Sonuçta, Mehmene Banu, Ferhad ile Şirin meselesini kendi içinde çözmeyi başaramayarak Ferhad' ı Demirdağ' a gönderir. İç huzurundan yana hiçbir eksiği olmayan Ferhad' ın, burada hayatının anlamını bulduğunu pek iyi biliyoruz. Şirin ise, bu anlamı hazmetmek konusunda bir parça yetersizdir.

Peki, Mehmene Banu' nun on senenin sonunda Ferhad' a af çıkarmasını, onun bu meseleyi artık çözdüğü, kendi içinde huzur bulduğu yönünde algılayabilir miyiz? Bu hikaye, Mehmene Banu için mutlu sona ulaşmış mıdır?

Ece' nin bir tezi var, Gelen' in, Mehmene Banu' ya köşk şartını bilerek koştuğunu, Mehmene' nin Ferhad' la karşılaşmasını sağlayarak onu bir iç yolculuğa çıkarmayı hedeflediğini söylüyor.

Aynı Yusuf' a aşık olup herşeyini kaybeden, sonra tekrar zirveye yükselen Züleyha gibi.

Mehmene yolculuğunu tamamlayabildi mi?

3 Kasım 2007 Cumartesi

Vezir

Vezir' i seviyorum. Hem de çok. Hatta diyebilirim ki oyunda Mehmene' den sonra açık ara farkla sevdiğim ikinci karakter bu Vezir. Bunu hep düşündüm hep de yazmak istedim, ama nedense bir türlü toparlayıp yazamadım.



Oyundan bağımsız olarak tekste baktığınız zaman, Vezir, böyle akça pakça, ak sakallı yaşlı bir amca olarak betimlenmiş. İhtiyarlığı özellikle vurgulanıyor: " Vezir' in sakalı da iyice ağarmış. " " Şükür ki bu güzel yüzün ihtiyarladığını göremeyecek kadar ihtiyarım... " gibi gibi.



Öte yandan, Yalçın Boratap' ın bedenindeki Vezir için kesinlikle, ama kesinlikle içi geçmiş bir ihtiyar diyemeyiz. Tam aksine, yeterince genç, yakışıklı ve fazlasıyla karizmatik bir Vezir bu karşımızdaki. Hatta izlediğim oyunlarda çok gözüme batmadı ama prömiyer kaydında, "Beni iyi yapan şeyi elimden aldınız" repliğinin yorumlanışında bariz bir duygusal, bana sorarsanız örtülü bir cinsel mesaj yüklü.



Belki öyle olduğu için benim için bu kadar ilgi çekici oldu, ama şu bir gerçek ki, tekstte de Vezir' in inanılmaz bir öyküsü var. Düşünsenize. Bir kadına, bir hükümdara umutsuzca aşıksınız. O da sizin aşkınızı biliyor fakat karşılık vermiyor. Sonra bu kadının aşık olduğunuz güzelliği yok oluyor, kadın kendisi yok ediyor bunu. Aşık olduğunuz kadın, aşık olduğunuz güzelliğin katili yani. Ve sonra, bu kadından nefret etmeye başlıyorsunuz, öte yandan onun umutsuz aşk acısını paylaşıyorsunuz, sırdaşı oluyorsunuz. Akla hayale sığmaz bir hikaye aslında.



Yazılırken ve yorumlanırken böyle düşünüldü mü bilmiyorum, fakat bana sorarsanız Vezir bu oyunda aslında Mehmene' nin ta kendisi, onun içindeki şeytandır. Hiçbir davranışı yoktur ki Mehmene Banu' nun tavrıyla örtüşmesin.



Mehmene Banu' ya olan aşkı, bizzat Mehmene' nin kendine olan aşkıdır derim, örneğin. Daha sonra ona duyduğu nefret, Mehmene' nin bizzat kendi çirkinliğine duyduğu nefret olamaz mı?



Mesela, Ferhad ile Şirin kaçtığında aralarında geçen diyalog:



M- İşkence edilmedi, değil mi? İşkence edilmedi?

V- Elbette efendimiz. Halbuki kulunuza kalsa...

M- Sana kalsa... Sana kalsa ikisi de çarmıha gerilmiş, ikisinin de boyunları çoktan vurulmuştu.

V- Hak etmişlerdi ama efendimiz...

M- Sana kalsa kaçanlar da yakalanınca...

V- Yakalanacaklar efendimiz. Dört yüz atlı çıkardım peşlerine.

M- Sana kalsa, kaçanları da kırk katıra bağlatır, parça parça edersin...

Mehmene Banu, "Sana kalsa..." diye aslında kendi kendine konuşuyormuş gibi çok kuvvetli bir his var içimde. Kendi vahşi, işkence etmek isteyen şeytanıyla.

Hasılı kelam, Vezir' in yeri de kalbimizde böyle ayrıdır efendim.

2 Kasım 2007 Cuma

İki

Aşk. Fer. Işık. Aşk.

Aşk. Had. Sınır. Aşk.

Bir

Fazla aramanıza da gerek yok. MySpace Music sayfalarına girin, binlerce farklı türde müzik yapan, milyonlarca farklı müzisyeni görün. Dünya müzisyenlerle dolu adeta. Peki bu onlarca milyonluk kafileye, bir de bizim eklenmemizin kime ne faydası var?

Bana sorarsanız müzik, dinleyiciye birşey ifade ettiği ölçüde vardır, ve anlamlıdır. Kendi müziğimin böyle olmasını isterim. İnsanların muhabbetine fonda eşlik etmesi de kabulüm, fakat esas arzum, onlara birşeyler anlatabilmesidir.

Bu düşünceyle yola çıkmadım, ama üzerinde uğraştıkça farkettim ki, Mehmene' de evrensel mesajlar var. Pek çok insanın yarasına dokunabilecek bir hikaye. Öncelikli olarak, aslında güzel yaratılmış fakat çirkin bir surat ile bir maskeye hapsolmuş kızdan bahsedelim.

Yakın sayılabilecek bir zamana kadar ben de öyleydim örneğin, müzik yazabileceğimi biliyordum, içimde hissediyordum ama yazamıyordum, dışarı çıkaramıyordum. Bu benim, kendi maskem ardına hapsoluşumdu.

Böyle yaşayan pek çok insan tanıdım, içinde gizli cevherler olan fakat çeşitli sebeplerden ötürü içinde saklı kalan, tam anlamıyla kendisi olamadan yaşayan; bunun acısını farkında olarak ya da olmayarak çeken.

Diğer bir önemli nokta da, daha ziyade kadınlara yakıştırılabilecek fedakârlık olgusu. Hiçbir kadından bir büyücü gelip güzelliğini istememiştir belki, ama örneğin çocuklarını en iyi şekilde büyütmeye çalışırken kendi cazibesini yavaş yavaş yitirip cinsiyetsizleşen, "anne" "teyze" olan kadınlar çok mu uzak bize?


Dünya, küçük kardeşini ölümden kurtarmak için kendinden vazgeçen Mehmene' lerle dolu.